Türk360 Haber
İlhan İŞMAN
Köşe Yazarı
İlhan İŞMAN
 

Çalışma Barışı Ülkenin Aynasıdır

Bir ülkenin gerçek gücünü anlamak için asıl kritik soru şudur: Çalışan, evine ekmek götüren insanlar o ülkenin iş yerlerinde kendilerini nasıl hissediyor? Her sabah işe giden milyonlarca insanın duygusu, o ülkenin “çalışma barometresi”dir. Korkuyla mı işe gidiyorlar, yoksa “ne olursa olsun, burada adalet var” diyerek mi? İşte çalışma barışı tam da bu noktada ortaya çıkar ya da çöker, yok olur. Çalışma barışı sadece grev olmaması değildir Türkiye’de “çalışma barışı” dendiğinde; grev yoksa, İş bırakma yoksa, gazete manşetlerinde “kriz”, “kaos”, “eylem” kelimeleri yoksa… “Demek ki çalışma barışı var.” denir… Oysa bu durum sadece yüzeydeki sessizliktir. Çalışanların içten içe kaynadığı, mobbingin sıradanlaştığı, liyakatin rafa kalktığı, korku kültürünün hakim olduğu, fakat kimsenin sesini çıkaramadığı ortamlarda gerçek çalışma barışı ortaya çıkmaz.  Bir ülkede çalışma barışını ayakta tutan üç temel sütun vardır: Adalet duygusu : Aynı işi yapan iki çalışanın arasında uçurum gibi ücret farkı varsa, terfi sistemi şeffaf değilse, yöneticiye yakın olanların “keyfi yerindeyse”, kayırmacılık varsa orada adalet algısı çöker. Adalet çöktüğü anda, verimlilik de sadakat de beraberinde gider. Güvence duygusu : İnsanların kafasında “Bir gün yöneticimle ters düşersem, yarın kapının önüne konur muyum?” korkusu varsa, orada çalışma barışı tesis edemezsiniz. İş güvencesi, sendikal haklar, etkin denetim ve bağımsız yargı mekanizması; çalışan için sadece hukuk metni değil, aynı zamanda psikolojik güvenlik kalkanıdır. Saygı kültürü : Mobbing, hakaret, aşağılama, dışlama, görmezden gelme… Bunlar birer “iletişim kazası” değil, çalışma barışını içten içe kemiren yapısal virüslerdir. Çalışma barışı, insanların birbirinin unvanına değil, insanlığına saygı duymasıyla başlar. Sendikalar, işverenler, devlet: Aynı masaya oturabiliyor mu? Çalışma barışını bir “üçlü sac ayağı” olarak görmek gerekir: İşçi/çalışan temsilcileri (sendikalar, meslek örgütleri), İşverenler ve onların örgütleri, Devlet (mevzuat, denetim, yargı). Bu üç aktör aynı masaya kriz anında değil, normal zamanlarda oturabiliyorsa, o ülkede çalışma barışı kurulabilir.   Toplu iş sözleşmeleri sadece ücret pazarlığından ibaret görülüyorsa; çalışan temsilcileri “ayak bağı”, sendikalar “tehdit”, işverenler “düşman” gibi algılanıyorsa; o ülkede barış değil, kırılgan bir ateşkes vardır. Mobbingin normalleştiği yerde barışı olmaz… Bugün birçok çalışan “Mobbing var ama ispat edemem”, “Sesimi çıkarırsam önce beni harcarlar” diyorsa, bu sadece bireysel dram değil, aynı zamanda makro ölçekte çalışma barışı riskidir. Mobbingi önlemek için: İç şikâyet mekanizmaları, bağımsız inceleme süreçleri, etik hatlar, etkin denetim ve yaptırım mekanizmaları gerekir. “Bu iş yerinde mobbing yoktur” demekle mobbing bitmez; mobbing iddiası çıktığında ne yaptığınız çalışma barışını belirler. Çalışma barışı bir “lüks” değil, ekonomik zorunluluktur Çalışma barışını çoğu zaman “insani” bir mesele gibi konuşuyoruz. Doğru, ama eksik.  Yüksek iş gücü devri, tükenmişlik, verimlilik kaybı, hataların artması, iş kazaları, markaların itibar kaybı… Bunların hepsinin temelinde bozulmuş çalışma ilişkileri, adalet algısı zedelenmiş çalışanlar ve kronik güvensizlik duygusu yatıyor. Kısacası: Çalışma barışı yoksa, sürdürülebilir büyüme de yoktur. Pekiyi Ne yapılmalı?  Devlet olarak; iş hukuku ve İSG mevzuatını “kâğıt üzerinde” bırakmayıp, etkin denetimle hayata geçirmek, psiko-sosyal riskleri ve mobbingi mevzuatın önemli bir parçası hâline getirmek, tarafsız, erişilebilir yargı ve idari başvuru kanalları oluşturmak. İşverenler olarak; Yalnızca “müşteri memnuniyeti” değil, çalışan memnuniyeti ve adalet algısını da stratejik hedef hâline getirmek, “Korku kültürü” değil, “açık iletişim kültürü” inşa etmek, Yöneticilere “insan yönetimi” konusunda ciddi ve sürekli eğitim vermek. Çalışanlar olarak; haklarını bilmek ve hak arama kanallarını kullanmaktan çekinmemek, sendikal ve mesleki örgütlenmeyi sadece kriz anında değil, gündelik hayatın doğal bir unsuru olarak görmek, çatışmayı “düşmanlık” değil, yönetilmesi gereken bir süreç olarak ele almak gerekir.. Bir ülkede çalışma barışı; Parlamento kadar önemli, Merkez bankası kadar belirleyici, Eğitim sistemi kadar uzun vadeli bir yatırımdır. Çünkü çalışma barışı, ülkenin aynasıdır Çalışma hayatına bakan herkesin kendine şu soruyu sormalı: “Ben bu sistemin neresinde duruyorum ve gerçekten barışı mı, yoksa sessizliği mi tercih ediyorum?” Çünkü çalışma barışı, kanun maddeleriyle ilan edilen bir durum değildir. Her sabah işine giden milyonlarca insanın içinden geçen o cümlede saklıdır. “Burada haksızlık da olsa bir yol var, adalet var, sesim duyulur.” Eğer bu cümleyi çoğunluğa söyletebiliyorsak; işte o zaman, gerçek bir çalışma barışından söz edebiliriz.  Ülkemiz ve insanımız için; onurlu çalışma hakkının korunduğu, çalışma barışının sağlandığı, pozitif işyerlerinde çalışmanızı diliyoruz…
Ekleme Tarihi: 19 Kasım 2025 -Çarşamba
İlhan İŞMAN

Çalışma Barışı Ülkenin Aynasıdır

Bir ülkenin gerçek gücünü anlamak için asıl kritik soru şudur:

Çalışan, evine ekmek götüren insanlar o ülkenin iş yerlerinde kendilerini nasıl hissediyor?

Her sabah işe giden milyonlarca insanın duygusu, o ülkenin “çalışma barometresi”dir. Korkuyla mı işe gidiyorlar, yoksa “ne olursa olsun, burada adalet var” diyerek mi? İşte çalışma barışı tam da bu noktada ortaya çıkar ya da çöker, yok olur.

Çalışma barışı sadece grev olmaması değildir

Türkiye’de “çalışma barışı” dendiğinde; grev yoksa, İş bırakma yoksa, gazete manşetlerinde “kriz”, “kaos”, “eylem” kelimeleri yoksa… “Demek ki çalışma barışı var.” denir…

Oysa bu durum sadece yüzeydeki sessizliktir. Çalışanların içten içe kaynadığı, mobbingin sıradanlaştığı, liyakatin rafa kalktığı, korku kültürünün hakim olduğu, fakat kimsenin sesini çıkaramadığı ortamlarda gerçek çalışma barışı ortaya çıkmaz. 

Bir ülkede çalışma barışını ayakta tutan üç temel sütun vardır:

Adalet duygusu : Aynı işi yapan iki çalışanın arasında uçurum gibi ücret farkı varsa, terfi sistemi şeffaf değilse, yöneticiye yakın olanların “keyfi yerindeyse”, kayırmacılık varsa orada adalet algısı çöker. Adalet çöktüğü anda, verimlilik de sadakat de beraberinde gider.

Güvence duygusu : İnsanların kafasında “Bir gün yöneticimle ters düşersem, yarın kapının önüne konur muyum?” korkusu varsa, orada çalışma barışı tesis edemezsiniz. İş güvencesi, sendikal haklar, etkin denetim ve bağımsız yargı mekanizması; çalışan için sadece hukuk metni değil, aynı zamanda psikolojik güvenlik kalkanıdır.

Saygı kültürü : Mobbing, hakaret, aşağılama, dışlama, görmezden gelme… Bunlar birer “iletişim kazası” değil, çalışma barışını içten içe kemiren yapısal virüslerdir. Çalışma barışı, insanların birbirinin unvanına değil, insanlığına saygı duymasıyla başlar.

Sendikalar, işverenler, devlet: Aynı masaya oturabiliyor mu? Çalışma barışını bir “üçlü sac ayağı” olarak görmek gerekir: İşçi/çalışan temsilcileri (sendikalar, meslek örgütleri), İşverenler ve onların örgütleri, Devlet (mevzuat, denetim, yargı). Bu üç aktör aynı masaya kriz anında değil, normal zamanlarda oturabiliyorsa, o ülkede çalışma barışı kurulabilir.

 

Toplu iş sözleşmeleri sadece ücret pazarlığından ibaret görülüyorsa; çalışan temsilcileri “ayak bağı”, sendikalar “tehdit”, işverenler “düşman” gibi algılanıyorsa; o ülkede barış değil, kırılgan bir ateşkes vardır.

Mobbingin normalleştiği yerde barışı olmaz…

Bugün birçok çalışan “Mobbing var ama ispat edemem”, “Sesimi çıkarırsam önce beni harcarlar” diyorsa, bu sadece bireysel dram değil, aynı zamanda makro ölçekte çalışma barışı riskidir.

Mobbingi önlemek için: İç şikâyet mekanizmaları, bağımsız inceleme süreçleri, etik hatlar, etkin denetim ve yaptırım mekanizmaları gerekir. “Bu iş yerinde mobbing yoktur” demekle mobbing bitmez; mobbing iddiası çıktığında ne yaptığınız çalışma barışını belirler.

Çalışma barışı bir “lüks” değil, ekonomik zorunluluktur

Çalışma barışını çoğu zaman “insani” bir mesele gibi konuşuyoruz. Doğru, ama eksik. 

Yüksek iş gücü devri, tükenmişlik, verimlilik kaybı, hataların artması, iş kazaları, markaların itibar kaybı… Bunların hepsinin temelinde bozulmuş çalışma ilişkileri, adalet algısı zedelenmiş çalışanlar ve kronik güvensizlik duygusu yatıyor. Kısacası: Çalışma barışı yoksa, sürdürülebilir büyüme de yoktur.

Pekiyi Ne yapılmalı? 

Devlet olarak; iş hukuku ve İSG mevzuatını “kâğıt üzerinde” bırakmayıp, etkin denetimle hayata geçirmek, psiko-sosyal riskleri ve mobbingi mevzuatın önemli bir parçası hâline getirmek, tarafsız, erişilebilir yargı ve idari başvuru kanalları oluşturmak.

İşverenler olarak; Yalnızca “müşteri memnuniyeti” değil, çalışan memnuniyeti ve adalet algısını da stratejik hedef hâline getirmek, “Korku kültürü” değil, “açık iletişim kültürü” inşa etmek, Yöneticilere “insan yönetimi” konusunda ciddi ve sürekli eğitim vermek.

Çalışanlar olarak; haklarını bilmek ve hak arama kanallarını kullanmaktan çekinmemek, sendikal ve mesleki örgütlenmeyi sadece kriz anında değil, gündelik hayatın doğal bir unsuru olarak görmek, çatışmayı “düşmanlık” değil, yönetilmesi gereken bir süreç olarak ele almak gerekir..

Bir ülkede çalışma barışı; Parlamento kadar önemli, Merkez bankası kadar belirleyici, Eğitim sistemi kadar uzun vadeli bir yatırımdır. Çünkü çalışma barışı, ülkenin aynasıdır

Çalışma hayatına bakan herkesin kendine şu soruyu sormalı: “Ben bu sistemin neresinde duruyorum ve gerçekten barışı mı, yoksa sessizliği mi tercih ediyorum?”

Çünkü çalışma barışı, kanun maddeleriyle ilan edilen bir durum değildir. Her sabah işine giden milyonlarca insanın içinden geçen o cümlede saklıdır.

“Burada haksızlık da olsa bir yol var, adalet var, sesim duyulur.” Eğer bu cümleyi çoğunluğa söyletebiliyorsak; işte o zaman, gerçek bir çalışma barışından söz edebiliriz. 

Ülkemiz ve insanımız için; onurlu çalışma hakkının korunduğu, çalışma barışının sağlandığı, pozitif işyerlerinde çalışmanızı diliyoruz…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve turk360.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.