Türk360 Haber
İlhan İŞMAN
Köşe Yazarı
İlhan İŞMAN
 

Nobel Barış Ödülüne Aday Uygur Türkü : İlham Tohti

Bazen bir isim, bir coğrafyanın bütün acısını üzerinde taşır. İlham Tohti böyle bir isim. Bir akademisyenin kaderiyle bir halkın kaderi iç içe geçtiğinde, zulmün sesi çıkmasa bile adaletin arayışı kendine yol buluyor. Çin’de ömür boyu hapis cezasına mahkûm edilen Uygur Türkü akademisyen Doç. Dr. İlham Tohti’nin adı, son haftalarda Türkiye’nin üç büyük şehrinde yeniden gündeme taşındı. İstanbul, İzmir ve Ankara’da yapılan toplantılar, işte tam da bu arayışın sessiz ama güçlü adımlarıydı. Bir akademisyenin tek başına taşıdığı yük, bazen bir toplumun hafızasına bedel olur. İlham Tohti’nin ömür boyu hapis cezası da yalnızca bir bireyin değil, bir halkın söz hakkının susturulma girişimi olarak ortada duruyor. Bu nedenle Türkiye’nin üç büyük şehrinde art arda kurulan masalar, yalnızca bir “adaylık desteği” organizasyonu değil; sessizliği kırmaya yönelik kurumsal bir refleks olarak anlam kazanıyor. İlk toplantı İstanbul’daydı. Toplantı, medyanın ilgisi nedeniyle sürecin vitrinine dönüştü. Fakat vitrinin arkasındaki tartışmalar çok daha derin ve katmanlıydı. Katılımcı akademisyenler; Tohti’nin ekonomi-politik analizlerinden kültürel diyalog çalışmalarına, Çin’deki etnik gerilimlere ilişkin tezlerinden öğrencilerine bıraktığı düşünsel mirasa kadar kapsamlı bir değerlendirme yaptı.  Bu şehirde atılan adım, uluslararası kamuoyu için bir alarm zili gibiydi. Sessiz bir hücrede tutulan bir akademisyenin adının İstanbul’da yüksek sesle telaffuz edilmesi, aslında küresel insan hakları ekosistemine verilen stratejik bir sinyal niteliğindeydi. İzmir’deki toplantı Ege Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü, İsa Yusuf Alptekin Vakfı, İlham Tohti İnisiyatif Hareketi ile İzmir Düşünce Platformu ve İZİMDER İzmir Yüksek Ticaretliler Derneği işbirliğiyle düzenlendi. İzmir toplantısı, süreç yönetimi bakımından daha derin bir içerikle gerçekleşti. Haberlerden yansıdığı kadarıyla, fikir alışverişleri yalnızca bir destek beyanının ötesine geçti; 2026 Nobel Barış Ödülü sürecinin profesyonelce yapılandırılması, ortak bildirilerin koordinasyonu, akademik referansların belirlenmesi gibi operasyonel başlıklar ele alındı. İzmir’in bu süreçteki rolü, hikâyenin duygusal tarafını değil, teknik altyapısını güçlendirdi. Bir nevi kurumsal çerçeve oluşturuldu. Böyle girişimlerde genellikle eksik kalan “süreklilik”, burada bir stratejik plan dâhilinde ele alındı. Başkent Ankara’da düzenlenen toplantı, politika yapıcı aktörlerle temas ve diplomatik iletişim açısından kritik bir işlev göreceği artık açık bir veri niteliğinde. Çin ile yürütülen dış politika dengeleri, bölgesel güvenlik başlıkları, insan hakları raporlamaları gibi konular nedeniyle Ankara’daki toplantının ses tonu diğer şehirlerden farklıydı.  Bu nedenle Ankara, yalnızca dayanışmanın değil, karar alma mekanizmalarının kapsama alanına girme ihtimaliyle öne çıktı. Bir başka ifadeyle, süreç duygusal dayanışmadan kurumsal etkileşim düzeyine taşındı. Tüm bu toplantıların ortak noktası, İlham Tohti’nin yalnızca bir akademisyen olarak değil, bir sembol olarak konumlanması.  Dünya, insan hakları ihlallerine ilişkin raporları çoğu zaman soğuk birer dosya gibi okuyor. Oysa Tohti’nin hikâyesi, bu soğuk dosyanın içinde insanın nasıl kaybolabileceğini gösteren canlı bir örnek. Bu nedenle Türkiye’deki akademik mobilizasyon, teknik raporların yapamadığını yapıyor: Konuya duygusal bir bağ ve toplumsal bir sorumluluk atfediyor. Üç şehirde kurulan bu masaların en çarpıcı tarafı da gösteriyor ki, bu toplantılar tüm Türkiye’de genişleyerek sürecek… Lokasyonların farklı ama seslerin aynı olması. İstanbul’da duyulan sitem, İzmir’de duyulan kararlılık, Ankara’da yükselmesi beklenen diplomatik ton…  Hepsi aynı amaca hizmet edecek. Sessizliğin duvarını çatlatmak.  Her şehir kendi profilinden konuşacak ama aynı hikâyeyi anlatacak. Bu, bir kampanyadan çok daha fazlası; bölgesel bir vicdan hareketi. Üstelik bu hareket, akademik bir jargonun içinde kaybolmuyor; akademinin içindeki insan hikâyelerini öne taşıyor. Tohti’nin yıllar önce sınıflarında tartıştığı, kaleme aldığı, savunduğu kavramlar bugün tüm Türkiye’de yeniden dolaşıma giriyor. Bir bakıma İlham Tohti’nin düşünsel mirası, kendisi susturulmuşken bile yaşamaya devam ediyor. Bu sürecin uluslararası etkisi ise, şimdiden göz ardı edilmemesi gereken bir dinamik.  Nobel Barış Ödülü, elbette siyasi konjonktürlerden bağımsız değil. Ancak sembolik değeri, tam da bu nedenle güçlü.  Bir isim aday gösterildiğinde, yalnız o kişi değil; ardındaki tüm hikâye görünür hale gelir.  Tohti’nin adaylığı etrafında oluşan bu akademik dayanışma, aynı zamanda Uygur meselesinin teknik raporlardan çıkıp insanlar üzerinden konuşulmasını sağlıyor. İstanbul, İzmir ve Ankara’da kurulan masalar, sessizliğe karşı kurulan birer iletişim köprüsü.  Bu köprülerin nereye uzanacağı, ne kadar etkili olacağı bilinmez.  Fakat bilinen bir gerçek var: Bir akademisyenin hücresini karanlıkta tutmak mümkün olabilir, ama onun fikrini karartmak artık kolay değil.  Çünkü fikir, üç büyük şehirden başlayarak tüm Türkiye kamuoyunda hep birden konuşulmaya başlandı. Ve bir fikir üç şehirde birden başlayıp tüm ülkede konuşuluyorsa, o fikir artık susturulamaz. Bu hikâye daha yeni başlıyor. Bundan sonrası, Türkiye’deki akademik topluluğun uluslararası vicdanla kuracağı daha geniş temaslarla daha da büyüyecek… İlhan Tohti’nin ve Uygur halkının haklı davasında özgürlüklerine kavuşacağı güzel günleri görmeyi diliyoruz…  Gayret bizden, takdir yüce mevladan…
Ekleme Tarihi: 02 Aralık 2025 -Salı
İlhan İŞMAN

Nobel Barış Ödülüne Aday Uygur Türkü : İlham Tohti

Bazen bir isim, bir coğrafyanın bütün acısını üzerinde taşır. İlham Tohti böyle bir isim. Bir akademisyenin kaderiyle bir halkın kaderi iç içe geçtiğinde, zulmün sesi çıkmasa bile adaletin arayışı kendine yol buluyor. Çin’de ömür boyu hapis cezasına mahkûm edilen Uygur Türkü akademisyen Doç. Dr. İlham Tohti’nin adı, son haftalarda Türkiye’nin üç büyük şehrinde yeniden gündeme taşındı. İstanbul, İzmir ve Ankara’da yapılan toplantılar, işte tam da bu arayışın sessiz ama güçlü adımlarıydı.

Bir akademisyenin tek başına taşıdığı yük, bazen bir toplumun hafızasına bedel olur. İlham Tohti’nin ömür boyu hapis cezası da yalnızca bir bireyin değil, bir halkın söz hakkının susturulma girişimi olarak ortada duruyor.

Bu nedenle Türkiye’nin üç büyük şehrinde art arda kurulan masalar, yalnızca bir “adaylık desteği” organizasyonu değil; sessizliği kırmaya yönelik kurumsal bir refleks olarak anlam kazanıyor.

İlk toplantı İstanbul’daydı. Toplantı, medyanın ilgisi nedeniyle sürecin vitrinine dönüştü. Fakat vitrinin arkasındaki tartışmalar çok daha derin ve katmanlıydı. Katılımcı akademisyenler; Tohti’nin ekonomi-politik analizlerinden kültürel diyalog çalışmalarına, Çin’deki etnik gerilimlere ilişkin tezlerinden öğrencilerine bıraktığı düşünsel mirasa kadar kapsamlı bir değerlendirme yaptı. 

Bu şehirde atılan adım, uluslararası kamuoyu için bir alarm zili gibiydi. Sessiz bir hücrede tutulan bir akademisyenin adının İstanbul’da yüksek sesle telaffuz edilmesi, aslında küresel insan hakları ekosistemine verilen stratejik bir sinyal niteliğindeydi.

İzmir’deki toplantı Ege Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü, İsa Yusuf Alptekin Vakfı, İlham Tohti İnisiyatif Hareketi ile İzmir Düşünce Platformu ve İZİMDER İzmir Yüksek Ticaretliler Derneği işbirliğiyle düzenlendi.

İzmir toplantısı, süreç yönetimi bakımından daha derin bir içerikle gerçekleşti. Haberlerden yansıdığı kadarıyla, fikir alışverişleri yalnızca bir destek beyanının ötesine geçti; 2026 Nobel Barış Ödülü sürecinin profesyonelce yapılandırılması, ortak bildirilerin koordinasyonu, akademik referansların belirlenmesi gibi operasyonel başlıklar ele alındı. İzmir’in bu süreçteki rolü, hikâyenin duygusal tarafını değil, teknik altyapısını güçlendirdi. Bir nevi kurumsal çerçeve oluşturuldu. Böyle girişimlerde genellikle eksik kalan “süreklilik”, burada bir stratejik plan dâhilinde ele alındı.

Başkent Ankara’da düzenlenen toplantı, politika yapıcı aktörlerle temas ve diplomatik iletişim açısından kritik bir işlev göreceği artık açık bir veri niteliğinde. Çin ile yürütülen dış politika dengeleri, bölgesel güvenlik başlıkları, insan hakları raporlamaları gibi konular nedeniyle Ankara’daki toplantının ses tonu diğer şehirlerden farklıydı. 

Bu nedenle Ankara, yalnızca dayanışmanın değil, karar alma mekanizmalarının kapsama alanına girme ihtimaliyle öne çıktı. Bir başka ifadeyle, süreç duygusal dayanışmadan kurumsal etkileşim düzeyine taşındı.

Tüm bu toplantıların ortak noktası, İlham Tohti’nin yalnızca bir akademisyen olarak değil, bir sembol olarak konumlanması. 

Dünya, insan hakları ihlallerine ilişkin raporları çoğu zaman soğuk birer dosya gibi okuyor. Oysa Tohti’nin hikâyesi, bu soğuk dosyanın içinde insanın nasıl kaybolabileceğini gösteren canlı bir örnek. Bu nedenle Türkiye’deki akademik mobilizasyon, teknik raporların yapamadığını yapıyor: Konuya duygusal bir bağ ve toplumsal bir sorumluluk atfediyor.

Üç şehirde kurulan bu masaların en çarpıcı tarafı da gösteriyor ki, bu toplantılar tüm Türkiye’de genişleyerek sürecek…

Lokasyonların farklı ama seslerin aynı olması. İstanbul’da duyulan sitem, İzmir’de duyulan kararlılık, Ankara’da yükselmesi beklenen diplomatik ton… 

Hepsi aynı amaca hizmet edecek. Sessizliğin duvarını çatlatmak. 

Her şehir kendi profilinden konuşacak ama aynı hikâyeyi anlatacak. Bu, bir kampanyadan çok daha fazlası; bölgesel bir vicdan hareketi.

Üstelik bu hareket, akademik bir jargonun içinde kaybolmuyor; akademinin içindeki insan hikâyelerini öne taşıyor. Tohti’nin yıllar önce sınıflarında tartıştığı, kaleme aldığı, savunduğu kavramlar bugün tüm Türkiye’de yeniden dolaşıma giriyor. Bir bakıma İlham Tohti’nin düşünsel mirası, kendisi susturulmuşken bile yaşamaya devam ediyor.

Bu sürecin uluslararası etkisi ise, şimdiden göz ardı edilmemesi gereken bir dinamik. 

Nobel Barış Ödülü, elbette siyasi konjonktürlerden bağımsız değil. Ancak sembolik değeri, tam da bu nedenle güçlü. 

Bir isim aday gösterildiğinde, yalnız o kişi değil; ardındaki tüm hikâye görünür hale gelir. 

Tohti’nin adaylığı etrafında oluşan bu akademik dayanışma, aynı zamanda Uygur meselesinin teknik raporlardan çıkıp insanlar üzerinden konuşulmasını sağlıyor.

İstanbul, İzmir ve Ankara’da kurulan masalar, sessizliğe karşı kurulan birer iletişim köprüsü. 

Bu köprülerin nereye uzanacağı, ne kadar etkili olacağı bilinmez. 

Fakat bilinen bir gerçek var: Bir akademisyenin hücresini karanlıkta tutmak mümkün olabilir, ama onun fikrini karartmak artık kolay değil. 

Çünkü fikir, üç büyük şehirden başlayarak tüm Türkiye kamuoyunda hep birden konuşulmaya başlandı. Ve bir fikir üç şehirde birden başlayıp tüm ülkede konuşuluyorsa, o fikir artık susturulamaz.

Bu hikâye daha yeni başlıyor. Bundan sonrası, Türkiye’deki akademik topluluğun uluslararası vicdanla kuracağı daha geniş temaslarla daha da büyüyecek…

İlhan Tohti’nin ve Uygur halkının haklı davasında özgürlüklerine kavuşacağı güzel günleri görmeyi diliyoruz… 

Gayret bizden, takdir yüce mevladan…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve turk360.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Ramazan
(02.12.2025 22:43 - #199)
Emeklerine yüreğine sağlık kardeşim
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve turk360.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.