15 Temmuz 2016…
Türk demokrasisinin karanlıkla sınandığı, milletin kaderini yeniden yazdığı o meşum gece.
Aradan tam 9 yıl geçti. Zamanın tozlu raflarına kalksa da, o gecenin yankısı hâlâ kulaklarımızda. Tankların caddelerde kol gezdiği, savaş uçaklarının şehirlerin üzerine ölüm yağdırdığı, kurşunların demokrasiye saplandığı o gece; sadece bir darbe girişimi değil, aynı zamanda bir milletin iradesine sahip çıktığı tarihi bir kırılma anıydı.
Ama 15 Temmuz, sadece geçmişte kalan bir tarih değil. O gece yaşananlar; Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde, toplumsal hafızasında, siyasetinde ve devlet yapısında köklü bir değişimin miladı oldu. Bu nedenle, yıl dönümleri yalnızca anma değil, aynı zamanda anlama ve yeniden değerlendirme vesilesidir.
Darbe Değil, İşgal Girişimiydi
Bugünden geriye baktığımızda; 15 Temmuz’un klasik bir askerî darbe girişimi olmadığını çok daha net görebiliyoruz. Bu bir işgal girişimiydi. Devletin kritik kademelerine sinsice sızmış bir yapı, ülkenin yönetimini ele geçirerek halk iradesini gasp etmeye kalktı. Emir komuta zinciri dışında hareket eden bu yapılanma, ülkenin seçilmiş liderlerini hedef aldı; Meclis’i bombalayarak aslında doğrudan Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef aldı.
Halkın Darbe Karşısındaki Duruşu: Yeni Bir Demokrasi Tanımı
Belki de tarih boyunca örneğine az rastlanan bir şekilde; darbe, halkın çıplak elleriyle geri püskürtüldü. O gece siyaset üstü bir birlik vardı. Ellerinde bayraklarıyla sokaklara dökülen milyonlarca vatandaş, “egemenlik milletindir” ilkesini sadece sözle değil, canlarıyla savundu. Astsubay Ömer Halisdemir gibi isimler bu direnişin sembolü oldu.
Türkiye’de halkın darbeye karşı ilk kez aktif bir direnç göstermesi, aslında demokrasi kavramının içselleştirildiğinin de göstergesiydi. 1960, 1971, 1980 ya da 1997’de halk susturulmuştu. Ama 2016’da artık halk konuştu. İradesine sahip çıktı.
Siyasette ve Devlette Dönüşüm
15 Temmuz sonrasında Türkiye, yalnızca bir felaketi savuşturmakla kalmadı, aynı zamanda kapsamlı bir iç muhasebe sürecine girdi. Devlet yapısında yeniden yapılanmaya gidildi. FETÖ’nün devlet kurumlarındaki uzantılarına karşı ciddi bir temizlik operasyonu başlatıldı. Yargıdan eğitime, emniyetten orduya kadar her alanda denetim ve denge mekanizmaları yeniden kurgulandı.
Bu süreç sancılıydı. Zaman zaman hatalar da yapıldı. Ancak şu bir gerçek ki; 15 Temmuz olmasaydı, devlet içindeki paralel yapılanma büyümeye devam edecek, belki de Türkiye çok daha büyük bir felakete sürüklenecekti.
Birlik Ruhu: Unutulmaması Gereken En Büyük Miras
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 15 Temmuz anma etkinlikleri düzenlendi. Protokol konuşmaları yapıldı, şehitler dualarla yâd edildi. Ancak unutmamamız gereken asıl mesele şu: 15 Temmuz’un bize bıraktığı birlik ruhu, bu milletin sahip olduğu en kıymetli mirastır. O gece partiler değil, ideolojiler değil, sadece “millet” vardı. Ve o millet, söz konusu vatan olduğunda tek yürek olabileceğini gösterdi.
Hatırlamak, Hatırlatmak ve Hatadan Ders Almak
Bugün hâlâ bazı kesimlerin 15 Temmuz’u küçümseyen, sıradanlaştırmaya çalışan, komplo teorileriyle gölgelemeye çalışan tavırlarıyla karşılaşıyoruz. Bu tavırlar sadece demokrasiye değil, aynı zamanda o gece şehit düşen 251 vatana, binlerce gaziye de saygısızlıktır.
15 Temmuz’un yıl dönümleri, sadece bir takvim yaprağı değildir. Her 15 Temmuz, hatırlamamız gereken şu soruyu yeniden sormalı bize:
“Bir daha böyle bir şey yaşanmasın diye ne yaptık, ne yapıyoruz, ne yapmalıyız?”
Bugün Türkiye, birçok iç ve dış sınamayla karşı karşıya. Ancak 15 Temmuz bize bir şeyi gösterdi: Bu milletin damarlarında ihanetin panzehiri dolaşıyor. Ve o panzehir, gerektiğinde sokaklara inen milyonların cesaretiyle, imanı ve kararlılığıyla harekete geçiyor.
Tarih, 15 Temmuz’u “darbe girişimi” olarak değil; bir milletin kaderine sahip çıktığı gece olarak yazdı.
Ve bizler o yazının hem tanığı, hem emanetçisiyiz.