İnsanoğlu, varoluşun o muazzam gürültüsü içinde bazen en basit gerçeği unutur: Bizler burada kalıcı değiliz. Büyük usta Aşık Veysel’e "Dünyadan ne anladın?" diye sorduklarında verdiği o sarsıcı cevap, aslında kütüphaneler dolusu felsefe kitabının özetidir: "Say ki bir pazar yeri dolaştım, üç metre bez aldım gidiyorum." İşte bütün hikâye budur. Gözünü açarsın "doğdu", kapatırsın "öldü" derler. İki nefes arasına sıkışmış, adına "ömür" dediğimiz o kısacık göz kırpışında, pazar yerindeki telaşımız, kavgalarımız ve hırslarımız ne kadar da beyhudedir.
Peki, mademki son durak belli, mademki bu pazar yerinden çıkışta elimizde sadece bir kefen kalıyor, o halde bunca yük, bunca sıkıntı, bunca ızdırap nedendir? İşte hakikat tam da burada, o kadim "İmtihan" kavramının içinde saklıdır. Çoğu zaman imtihanı bir ceza, bir talihsizlik, ayağımıza dolanan bir taş sanırız. Oysa hakikat penceresinden bakabilenler için imtihan; Tanrı’nın kulunu hamlıktan kurtarıp pişirmesi, ruhunu olgunlaştırması için lütfettiği gizli bir ikramdır. Demir ateşte dövülmeden çelikleşmez, insan da imtihan edilmeden kâmil olmaz.
Bu yolculukta herkesin sınav kâğıdı başkadır. Kimi zaman en güvendiğin dostunla, vefanın ağırlığıyla sınanırsın. Kimi zaman bir düşmanın okuyla yaralanır, sabrın ve affetmenin gücünü keşfedersin. Bazen de imtihan, canından çok sevdiklerin üzerinden gelir; kaybetme korkusuyla yüzleşir, kalbini fani olandan çekip Baki olana bağlamayı öğrenirsin. Ancak en çetin, en sessiz ve en derin imtihan; kimseciklerin olmadığı o yerde, insanın kendi nefsiyle baş başa kaldığı andır. Dışarıdaki düşmanı yenmek kolaydır ama insanın kendi içindeki o bitmek bilmez arzularla, egoyla ve kibre karşı verdiği savaş, zaferlerin en büyüğüdür.
Bu ağırlıkların altında ezilirken, insanın acziyetini kabul edip Yaratıcısına sığınması, zayıflık değil, bilakis en büyük güçtür. "Tanrım, biliyorum bu dünya imtihan dünyası. Bir gün yorulursam benim elimden tut" diyebilmek, teslimiyetin zirvesidir. Çünkü bu imtihanın ilacı, reçetesi bellidir: Dua ve Sabır. Sabır; sadece beklemek, eli kolu bağlı oturmak değildir. Sabır; gecenin en karanlık anında bile güneşin doğacağına inanmak, dikenin içinde gülü görebilmektir. Dua ise, o üç metrelik bezden ötesine, sonsuzluğa uzanan tek halattır.
Sözün özü, bu dünya pazarından çıkarken heybemizde ne makam, ne şöhret, ne de servet götüreceğiz. Götüreceğimiz tek şey; imtihan ateşinde pişmiş bir ruh, incitmemiş bir gönül ve sabırla yoğrulmuş bir karakterdir. Başımıza gelen her zorlukta "Neden ben?" diye isyan etmek yerine, "Bu olay bana ne öğretmeye geldi, beni hangi makama hazırlıyor?" diyebildiğimiz gün, imtihanın o "ikram" olan yüzünü göreceğiz. Unutmayalım ki; imtihanın ağırlığı, mükafatın büyüklüğündendir.
