Gecenin en sağır anındayız. Şehir uykunun kucağında demlenirken, bazı pencerelerden sızan o yorgun ışıklar, sadece karanlığı değil; birer enkaz yığınına dönüştürülmüş insan onurunu aydınlatıyor. Sabaha kadar tavanla bakışan, "dünü" hatırlamaktan "yarını" karşılamaya mecali kalmamış o ruhların zihnindeki uğultu, dışarıdaki sessizliği bir bıçak gibi kesiyor. Bugün, o uykusuz gözlerin penceresinden; "hiç" olmayı başaramamış kibir abideleriyle, emeği ve haysiyeti yağmalanmış yaralı ruhların görünmeyen savaşına bir ihtar bırakacağız.
Sınırsız Yetki, Sıfır Sorumluluk: Kibrin Görünmez Tahtı
Modern hayatın en sinsi zulmü, resmî bir sıfatı ya da meşru bir zemini olmadığı halde kendini düzenin mutlak sahibi sananların ellerinde filizleniyor. Bu figürler, "sınırsız yetki ve sıfır sorumluluk" konforuna sığınarak başkalarının kaderi üzerine hüküm kurarlar. Karar anında en yüksek perdeden konuşan, ipleri gizlice elinde tutan bu gizli muktedirler; işler yolunda gitmediğinde kendi imzasını taşıyan tüm hataları, o yolu tırnaklarıyla kazıyan fedakâr insanların sırtına bir heybe gibi bırakıp gölgelere çekilirler.
Bu, bir yönetim biçimi değil; bir haysiyet gaspıdır. Kendi yanlışının yükünü bir başkasının lekesiymiş gibi pazarlayanlar, sanırlar ki bu dünya sadece onların kibri etrafında döner. Burnundan kıl aldırmayan o mağrur tipler, tıka basa kendileriyle dolu oldukları için o bardağa ne adalet sığdırabilirler ne de gerçek bir insanlık.
Görünmeyen Cinayetler: Emeğin ve Umudun Gaspı
Kul hakkı denilen o ağır defter açıldığında, terazi sadece somut değerleri tartmayacak. En büyük hırsızlık, bir insanın yıllarını verdiği emeği, umutlarını ve yaşama sevincini çalmaktır.
Bir insanın binlerce doğru çabasını kasten görmezden gelip, tek bir tökezlemesine odaklanarak onu yıkmaya çalışmak; en ağır manevi cinayettir.
Kendi başarısızlığını masum birinin omuzlarına yıkanlar; sadece bir hatayı değil, o insanın geleceğe dair inancını ve iç huzurunu gasp edenlerdir.
Bir insanın "çalınmış neşesi" ve "sönmüş hevesi", yerine konulması imkansız olan asıl sermayedir.
Zalimin en büyük gafleti, mazlumun sessizliğini bir "boyun eğme" sanmasıdır. Oysa o sessizlik, rıza değil; ilahi adaletin kapısını aşındıran sessiz bir çığlıktır.
Dosyaların Sümen Altı Edilemediği O Meydan
Yeryüzünde adaletin terazisi şaşabilir, güçlünün haksızlığı sümen altı edilebilir, sorumluluktan kaçanlar kurdukları bu sahte düzenin ilelebet süreceğini sanabilirler. Ancak kainatın değişmez bir matematiği vardır: Hiçbir vebal, sahibinin yakasını sonsuza dek bırakmaz. Geleceğe not düşüyoruz: Öyle bir mahkeme kurulacak ki; orada ne yalancı şahitlere ihtiyaç duyulacak ne de sorumluluğu başkasına yıkacak bir boşluk bulunacak. O mahkemenin sarsıcılığı şuradadır: Hakim’in kendisi, her ana bizzat şahittir.
O Hakim; "sınırsız yetki" kullanarak verilen o haksız kararları da gördü, o kararların altında ezilenlerin uykusuz gecelerini de. O Hakim; kendi hatasını başkasının sırtına yükleyip kenara çekilenlerin gizli kibirlerini de gördü, o yükün altında sessizce gözyaşı dökenlerin onurunu da.
Son Söz: Sınır Çizmek Haysiyettir
Fedakâr insanların en büyük kırılma noktası, kendi dürüstlüklerini bu sorumluluk kaçakçılarının bakış açısıyla sorguladıkları andır. Oysa bilinmelidir ki; sınırlarını çizmek, seni anlamamaya yemin etmiş birine yükünü kanıtlamaya çalışmaktan daha değerlidir. Sorumluluktan kaçanların kibri, bir gün kendi yalanlarının ağırlığı altında mutlaka can verecektir.
Gecenin karanlığına güvenip başkasının emeğine çökenler unutmasın: Yeni gün doğmadan neler doğar... Ve o "sınırsız yetki" illüzyonu hakikatin duvarına çarptığında, geriye sadece o ağır vebalin ödenecek bedeli kalacaktır.
Gelecek, kendi hatasını başkasına yükleyenleri değil; o yükün altında bile haysiyetini koruyanları hatırlayacaktır.
