Hayatta insanı en çok yoran şeylerden biri, gerçeği anlatmaya çalışırken muhatabının duymak istememesidir. Ne kadar söyleseniz de, delilleri gözler önüne serip vicdana hitap etseniz de, işine gelmeyen insanın kulağı sağır, gözü kördür. Çünkü hakikati kabul etmek, beraberinde yüzleşmeyi getirir. Yüzleşmekse insanın en zayıf yanlarını açığa çıkarır. Bu yüzden çoğu insan işine geleni duyar, görmek istediğini görür.
Ama zaman değişir. Dün kulaklarını kapatanlar, yarın aynı hakikatin karşısında, “Neden söylemedin, keşke haber verseydin” deme kolaycılığına sığınır. Oysa defalarca söylenmiş, belgelerle ortaya konmuş, vicdanla da mantıkla da doğrulanmıştır. Kapalı gözlere güneşi göstermek mümkün değildir. İşte bu noktada geriye yalnızca pişmanlık kalır. Oysa vakti varken hakkı teslim etmek, yanlışı düzeltmek mümkündür. Kaçan fırsatın telafisi yoktur.
Hakikati duymaktan kaçış, sadece bireysel ilişkilerde değil, toplumun her katmanında büyük yaralar açar. Ailede kardeşin hakkı yendiğinde, işyerinde emeğin üstü kayırmacılıkla örtüldüğünde, siyasette koltuk hatırına adalet görmezden gelindiğinde aslında yapılan şey geleceğe bir yara bırakmaktır. Makamlar, koltuklar, unvanlar gelip geçer; kalıcı olan omurgalı bir duruş, temiz bir vicdan ve hakkaniyettir. Tarih, nice güçlü ismi sadece bir dipnotla anarken; adaletle hükmedenleri yüzyıllar boyunca yaşatmıştır.
İşte kötülüğün en ağır biçimi tam da burada karşımıza çıkar: İnsanların ekmeğiyle oynamak. Çünkü ekmek, yalnızca bir lokma değil; alın terinin, emeğin, insan onurunun simgesidir. Birinin ekmeğine dokunmak, aslında onun çocuklarının geleceğine, sofrasındaki huzura, hayallerine dokunmaktır.
Kötü insanı tanımak için uzağa bakmaya gerek yoktur; başkasının rızkı karşısındaki tavrı yeterlidir. Emeğe saygı duyan mı, yoksa fırsatını buldu mu bir kalem darbesiyle yılların emeğini silip atan mı? İşte o tavır, kötülüğün aynasıdır.
Unutmayalım: Hakikati görmezden gelen de kötüdür, emeğin karşılığını gasp eden de. İşçinin maaşını ödemeyen de kötüdür, liyakati hiçe sayıp yandaş kayıran da. Yoksulun aşını çalan da kötüdür. Kötülük bazen kanla, bazen şiddetle, bazen de bir imzanın arkasına saklanarak kendini gösterir. Ama sonuç hep aynıdır: Bir insanın ekmeğine uzanan eller.
Hayat aslında iki mahkemeden ibarettir: Biri insanların vicdanında, diğeri ilahi adaletin terazisinde. Dünya mahkemelerinde güçlü olanın sesi bazen galip gelir, hak yerini bulmayabilir. Ama vicdanın mahkemesinden, ilahi adaletin terazisinden kimse kaçamaz. Kısa çöp, uzun çöpten hakkını mutlaka alır. Bu kaçınılmaz bir gerçektir.
Bize tanınan ömür kısa, üstelik ne zaman biteceği meçhul. Ardımızda kalacak olan ne makamdır, ne şatafat, ne de unvan. Geriye yalnızca insanların gönlünde bıraktığımız iz kalır. Bir gün adımız anıldığında, kırdığımız gönüllerle mi, yoksa hoş bir seda ile mi hatırlanacağız?
Bâki’nin mısrası boşuna söylenmemiştir: “Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş.”
Asıl mesele, geride hoş bir seda bırakabilmekte gizlidir.
Ve unutmayalım: Ekmekle oynayan kötü insanın sonu bellidir. Toplumun vicdanında mahkûm olur, tarihin karanlık sayfalarında kaybolur. Bir gün, kısa çöp uzun çöpten hakkını alır; ekmeğe uzanan eller eninde sonunda kendi açlığına yenik düşer.