Türk360 Haber
İlhan İŞMAN
Köşe Yazarı
İlhan İŞMAN
 

İş Yerinde Sessiz Çığlık: Mobbing

Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye ve Özyeğin Üniversitesi tarafından yayımlanan “İş Yerinde Şiddet ve Taciz Algıları ve Deneyimleri Araştırma Raporu”, aslında hepimizin bildiği ama çoğu zaman dillendirmediği bir gerçeği rakamlarla yüzümüze çarptı: İş yerlerinde şiddet, taciz ve mobbing artık bireysel bir sorun değil, toplumsal bir yaradır. Milli bir meseledir.  Öncelikle çalışma istatistiklerinden söz edelim. 2024–2025 TUİK verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 32 milyon 600 bin kişi çalışma hayatında yer alıyor. Bu sayının yaklaşık %66.3’ü Erkek çalışan (21 Milyon 500 bin kişi), %31.9 ‘u kadın çalışan (10 Milyon 300 bin kişi), Çalışan nüfusun yaklaşık %16’sı (5 milyon 24 bin kişi ) memur, kamu işçisi ve sözleşmeliden oluşan kamu personeli. Özel sektör çalışanları ise %84’ü ise (27 Milyon 360 bin kişi) özel sektör çalışanı. Bu verileri verdikten sonra rapora kaldığımız yerden geri dönelim. Raporun en çarpıcı bulgusu, çalışanların %41’inin iş hayatı boyunca en az bir kez mobbing yaşadığı gerçeği.  Düşünün; neredeyse her iki kişiden biri! Yalnızca son bir yılda bile her beş çalışandan biri psikolojik şiddete uğradığını ifade etmiş. Bu oranlar İstanbul örneklemine dayansa da, aslında Türkiye’nin iş kültürünü yansıtan güçlü bir fotoğraf sunuyor. Peki, bu şiddet nasıl görünüyor? Rapor, en sık karşılaşılan davranışları tek tek sıralıyor: İşin küçümsenmesi, sürede yetişmesi imkânsız görevlerin verilmesi, “açık arama” yoluyla sürekli denetim, vardiya ve koşulların keyfi biçimde değiştirilmesi, çalışanın itibarıyla oynanması… Bir başka deyişle, şiddet yalnızca tokat ya da bağırış değildir; çoğu zaman sessiz, görünmez ve sistematik bir şekilde hayatımızı örseleyen psikolojik baskıdır. Sessiz hikâyelerden kesitler Zeynep’in Hikâyesi (öğretmen): Zeynep, 12 yıllık öğretmen. Okul idaresi, farklı nedenlerle sürekli ders programını değiştiriyor; kimi zaman aynı gün üç farklı sınıfta ardışık ders vermek zorunda bırakılıyor. Yetişemediğinde ise “sistemsiz” olmakla suçlanıyor. Aslında cezalandırıldığı şey mesleki başarısı: Öğrenciler tarafından sevilen ve sonuç alan bir öğretmen olması. Murat’ın Hikâyesi (mühendis): Murat’ın yöneticisi, her toplantıda onun raporlarını küçümsüyor, “senin hazırlıkların yetersiz” diyor. Oysa aynı raporlar, bir başka ekip arkadaşının adıyla övülüyor. Murat artık toplantı günleri sabahları mide ağrısıyla uyanıyor. Ayşe’nin Hikâyesi (bankacı): Ayşe, şube müdürü tarafından sürekli “geç saatlere kadar kalması” yönünde baskı görüyor. Evine erken gitmek istediğinde “başarılı olamazsın” imasıyla karşılaşıyor. Zamanla hem özel hayatı çöküyor hem de işinden soğuyor. Bu örnekler, raporun soğuk yüzdelerinin ardındaki sıcak, acı gerçeklerdir. Sessizlik mi, çözüm mü? Bir başka çarpıcı sonuç şikâyet mekanizmalarıyla ilgili. Mağdurların bir kısmı başvurduğu zaman haklarını alabilmiş, ancak %10’u “şikâyet ettim ve daha kötü oldu” diyor.  Bu durum, Türkiye’deki kurum içi mekanizmaların hâlâ yetersiz ve caydırıcı olmaktan uzak olduğunu gösteriyor. Çalışanların büyük bölümü zaten baştan “şikâyet etsem de sonuç çıkmaz” diyerek sessizliği tercih ediyor. Oysa sessizlik, mobbingin en güçlü oksijenidir. Sendikalı olmak: Bir güvenlik alanı Raporun dikkat çekici bir başka boyutu sendikalı olmak. Sendika üyelerinde mobbing oranı %15,7’ye düşerken, sendikasızlarda %19,6’ya çıkıyor. Bu da örgütlü iş yaşamının, sadece ücret ve hak pazarlığı değil, aynı zamanda psikolojik güvence anlamına da geldiğini ortaya koyuyor. Her beş kişiden birinin iş yerinde mobbinge uğradığı bir ülkede çalışma barışından söz edebilir miyiz?  Yetenekleri törpülenen, sesi kısılan, itibarıyla oynanan bir çalışanın yarın nasıl üretken, yenilikçi ya da motive olmasını bekleyebiliriz? ILO’nun raporu aslında bir uyarı zili çalıyor.  Sadece bireylere değil, kurumlara ve devlete de… Şiddet ve tacizle mücadele, bir iç eğitim seminerine ya da duvarlardaki “etik ilkeler” panosuna sıkıştırılamaz.  Bu mücadele; güçlü yasal çerçeve, bağımsız şikâyet mekanizmaları, sendikal hakların güvence altına alınması ve en önemlisi kültürel bir dönüşüm gerektiriyor. Çalışanların onurunu korumak, sadece onların değil, toplumun da onurunu korumaktır. Çünkü işyerinde şiddete sessiz kalan bir toplum, aslında kendi geleceğine de sessiz kalıyor. “Her beş çalışandan biri mobbing mağduru; sen hangisisin, seyirci mi, ses veren mi?” “Sendikalı olmak sadece hak değil, psikolojik güvence de getirir.” “İşyerinde şiddete sıfır tolerans, insana sonsuz saygı!” “Onurlu emek, onurlu gelecek.” “Yalnız Değilsiniz…”
Ekleme Tarihi: 05 Kasım 2025 -Çarşamba
İlhan İŞMAN

İş Yerinde Sessiz Çığlık: Mobbing

Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye ve Özyeğin Üniversitesi tarafından yayımlanan “İş Yerinde Şiddet ve Taciz Algıları ve Deneyimleri Araştırma Raporu”, aslında hepimizin bildiği ama çoğu zaman dillendirmediği bir gerçeği rakamlarla yüzümüze çarptı: İş yerlerinde şiddet, taciz ve mobbing artık bireysel bir sorun değil, toplumsal bir yaradır. Milli bir meseledir. 

Öncelikle çalışma istatistiklerinden söz edelim. 2024–2025 TUİK verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 32 milyon 600 bin kişi çalışma hayatında yer alıyor. Bu sayının yaklaşık %66.3’ü Erkek çalışan (21 Milyon 500 bin kişi), %31.9 ‘u kadın çalışan (10 Milyon 300 bin kişi), Çalışan nüfusun yaklaşık %16’sı (5 milyon 24 bin kişi ) memur, kamu işçisi ve sözleşmeliden oluşan kamu personeli. Özel sektör çalışanları ise %84’ü ise (27 Milyon 360 bin kişi) özel sektör çalışanı. Bu verileri verdikten sonra rapora kaldığımız yerden geri dönelim.

Raporun en çarpıcı bulgusu, çalışanların %41’inin iş hayatı boyunca en az bir kez mobbing yaşadığı gerçeği. 

Düşünün; neredeyse her iki kişiden biri! Yalnızca son bir yılda bile her beş çalışandan biri psikolojik şiddete uğradığını ifade etmiş. Bu oranlar İstanbul örneklemine dayansa da, aslında Türkiye’nin iş kültürünü yansıtan güçlü bir fotoğraf sunuyor.

Peki, bu şiddet nasıl görünüyor? Rapor, en sık karşılaşılan davranışları tek tek sıralıyor: İşin küçümsenmesi, sürede yetişmesi imkânsız görevlerin verilmesi, “açık arama” yoluyla sürekli denetim, vardiya ve koşulların keyfi biçimde değiştirilmesi, çalışanın itibarıyla oynanması… Bir başka deyişle, şiddet yalnızca tokat ya da bağırış değildir; çoğu zaman sessiz, görünmez ve sistematik bir şekilde hayatımızı örseleyen psikolojik baskıdır.

Sessiz hikâyelerden kesitler

Zeynep’in Hikâyesi (öğretmen): Zeynep, 12 yıllık öğretmen. Okul idaresi, farklı nedenlerle sürekli ders programını değiştiriyor; kimi zaman aynı gün üç farklı sınıfta ardışık ders vermek zorunda bırakılıyor. Yetişemediğinde ise “sistemsiz” olmakla suçlanıyor. Aslında cezalandırıldığı şey mesleki başarısı: Öğrenciler tarafından sevilen ve sonuç alan bir öğretmen olması.

Murat’ın Hikâyesi (mühendis): Murat’ın yöneticisi, her toplantıda onun raporlarını küçümsüyor, “senin hazırlıkların yetersiz” diyor. Oysa aynı raporlar, bir başka ekip arkadaşının adıyla övülüyor. Murat artık toplantı günleri sabahları mide ağrısıyla uyanıyor.

Ayşe’nin Hikâyesi (bankacı): Ayşe, şube müdürü tarafından sürekli “geç saatlere kadar kalması” yönünde baskı görüyor. Evine erken gitmek istediğinde “başarılı olamazsın” imasıyla karşılaşıyor. Zamanla hem özel hayatı çöküyor hem de işinden soğuyor.

Bu örnekler, raporun soğuk yüzdelerinin ardındaki sıcak, acı gerçeklerdir.

Sessizlik mi, çözüm mü?

Bir başka çarpıcı sonuç şikâyet mekanizmalarıyla ilgili. Mağdurların bir kısmı başvurduğu zaman haklarını alabilmiş, ancak %10’u “şikâyet ettim ve daha kötü oldu” diyor. 

Bu durum, Türkiye’deki kurum içi mekanizmaların hâlâ yetersiz ve caydırıcı olmaktan uzak olduğunu gösteriyor. Çalışanların büyük bölümü zaten baştan “şikâyet etsem de sonuç çıkmaz” diyerek sessizliği tercih ediyor. Oysa sessizlik, mobbingin en güçlü oksijenidir.

Sendikalı olmak: Bir güvenlik alanı

Raporun dikkat çekici bir başka boyutu sendikalı olmak. Sendika üyelerinde mobbing oranı %15,7’ye düşerken, sendikasızlarda %19,6’ya çıkıyor. Bu da örgütlü iş yaşamının, sadece ücret ve hak pazarlığı değil, aynı zamanda psikolojik güvence anlamına da geldiğini ortaya koyuyor.

Her beş kişiden birinin iş yerinde mobbinge uğradığı bir ülkede çalışma barışından söz edebilir miyiz? 

Yetenekleri törpülenen, sesi kısılan, itibarıyla oynanan bir çalışanın yarın nasıl üretken, yenilikçi ya da motive olmasını bekleyebiliriz?

ILO’nun raporu aslında bir uyarı zili çalıyor. 

Sadece bireylere değil, kurumlara ve devlete de… Şiddet ve tacizle mücadele, bir iç eğitim seminerine ya da duvarlardaki “etik ilkeler” panosuna sıkıştırılamaz. 

Bu mücadele; güçlü yasal çerçeve, bağımsız şikâyet mekanizmaları, sendikal hakların güvence altına alınması ve en önemlisi kültürel bir dönüşüm gerektiriyor.

Çalışanların onurunu korumak, sadece onların değil, toplumun da onurunu korumaktır. Çünkü işyerinde şiddete sessiz kalan bir toplum, aslında kendi geleceğine de sessiz kalıyor.

“Her beş çalışandan biri mobbing mağduru; sen hangisisin, seyirci mi, ses veren mi?”

“Sendikalı olmak sadece hak değil, psikolojik güvence de getirir.”

“İşyerinde şiddete sıfır tolerans, insana sonsuz saygı!”

“Onurlu emek, onurlu gelecek.”

“Yalnız Değilsiniz…”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve turk360.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.