Son günlerde Türkiye kamuoyunu meşgul eden sorulardan biri: TÜRK MÜYÜZ? TÜRKİYE’Lİ Mİ ?
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın açıklamalarından sonra kamuoyunun gündemine getirilen ve algıyı yönetmek amacıyla gündemde tutulan ve tartışılan bir konu. Tom Barrack, "Güçlü ulus devletler bir tehdittir. Özellikle Arap devletleri, İsrail için bir tehdit olarak görülür" ifadelerini kullandı. Barrack, "İsrail'in Suriye'yi kontrol eden güçlü bir merkezi devlet yerine parçalanmış ve bölünmüş görmeyi tercih edeceğini" söyledi. Özellikle “Türk-Arap-Kürt hep birlikte yaşayacağız” ve “Terörsüz Türkiye” söylemleri de bu sorunun gündemde tutulmasına vesile kılınıyor...
Tartışmalar 2000'li yıllarda başlamış; Türkiye’nin AB üyelik sürecinde Avrupa Birliği’nin desteği ile yapacağı politik reformlar çerçevesinde; Türkiyeli üst kimliği yeniden gündeme getirilmiştir.
Ekim 2004'te Başbakanlık desteğiyle yayımlanan Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu'nda anayasada Türk yerine Türkiyeli teriminin kullanılması önerisi Türkiye'de geniş çaplı tartışmalara neden olmuştur.
20 Temmuz 2023 günü Türk Dil Kurumu (TDK), bazı sözcüklerin yazımında değişiklik yaparken, Türkiyeli sözcüğünün tanımında Türk kelimesine yönlendirme yapmaması tartışmalara neden olmuştur. TDK'nın Fransalı ifadesini Fransız, Yunanistanlı ifadesini Yunanlı sözcüğüne yönlendirmesiyle karşılaştırıldığında, Türkiyeli sözcüğünün Türk kelimesine yönlendirilmediği görülmüştür.
Ancak, özellikle Twitter gibi sosyal medya platformlarında kısa sürede artan tepkilerin ardından TDK, "Türkiyeli" kelimesini sözlükten kaldırmıştır. TDK, "Türkiyeli" kelimesi için "Türkiye'de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse" tanımını uygun görmüştür.
Tepki ve eleştiriler
Türk yerine Türkiyeli teriminin kullanılması akademi, medya ve politika alanlarında tartışmalı bir konu olarak yerini koruyor. Terim genellikle Türk Milliyetçileri tarafından eleştirilmekle birlikte çeşitli Yeni Osmanlıcı veya çok kültürlülüğü ve çoğulculuğu destekleyen kesimler tarafından destek görmektedir. Türkiyelilik, “Osmanlılık”, fenomeni ile kıyaslanmış, Osmanlıcılıkta görüldüğü üzere farklı dini ve etnik grupların tek bir üst kimlik altında birleştirilmesi fikrinin Türkiye versiyonu olarak ele alınmıştır.
Türkiyeli terimi, savunucularına göre Türk teriminin Türkiye'de yaşayan çeşitli etnik ve dini azınlık grupları üzerinde birleştirici etkisi olmamasından, bu terime kıyasla daha iyi bir üst kimlik oluşturmaktadır. Bu üst kimlik, 2004 yılındaki raporun yazarlarından Baskın Oran tarafından kendini Türk alt kimliği ile tanımlamayan vatandaşların devletle bağ kurabilmelerine sebep olabileceğinden ötürü Kürt sorununa çözüm önerisi olarak da sunulmuştur.
Türkiyeli terimine karşı Türk kullanımını öne süren kişiler, bu kullanımın Türkiye'yi çok uluslu bir yapıya sokarak ülkenin üniter yapısını tehlikeye atacağı ve sonuç olarak etnik ayrılıkçılığa zemin hazırlayacağını iddia etmektedir.
2009 yılında Türkiyelilik tartışmalarının olduğu ortamda dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Harp Akademileri Komutanlığındaki değerlendirme konuşmasında Atatürk’ün, Türk milletini "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, Türkiye halkı" şeklinde tanımladığını anımsatmıştır.
Siyaset bilimci Murat Sevinç, Türkiye anayasacılığında ‘Türkiyelilik’ kavramının kabul görmeyeceğini ya da kolaylıkla benimsenmeyeceğini, ancak eğer anayasada "Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlığı" ifadesinin Türk terimine kıyasla daha uygun bir alternatif oluşturabileceğini öne sürmüştür.
Ulaştırma Eski Bakanı İzmir Eski Milletvekili Dr. Oktay VURAL’ın değerlendirmesi de şöyle:
Mesele sadece vatandaşlık ilkesinde Türk kavramı değildir. Hedef Türk Milletinin varlığıdır. Biliniz ki Anayasada yer alan Türk Vatandaşlığı ilkesini değiştirmek isteyenlerin hedefinde milli devlet, milli kimlik vardır. Bizi Ortadoğu'daki çatışmadan, Lübnanlaşmadan uzak tutan da bu değerler olmuştur. Ortadoğu'da yeni düzen kurmak isteyenlerin hedefinde de bu değerler vardır. Mesele hukuki bir tanımdan da öteye Türk milletinin tarih boyunca inşa ettiği sosyolojik ve kültürel varlığıdır.
Prof.Dr. İskender ÖKSÜZ bir yazısında şöyle diyor: “Siz birkaç hatayı birden yapıyorsunuz. En başta, anayasayı çiğniyorsunuz. Efendim o maddeyi değiştireceksiniz… Bu bir niyet. Fakat niyetler kanunları çiğnemenize ruhsat vermez. Devlet kanunlarla, kanunlar da anayasayla hükmeder. Aksi devlet değil gücü gücü yetene düzenidir, kargaşadır, yıkımdır. Ne yani başkaları da kafalarına göre başka maddeleri değiştireceklerini söylesin ve o maddeler değişmiş gibi mi davransın. Şimdi saçma sapan örneklerle okuyucumu yormayayım. İkincisi, anayasada da sosyolojik olarak da bir ırkın, bir etnisitenin adı olmayan, daha teknik tabirle etnonim değil demonim olan “Türk” ile Kürt, Arap ve başka etnonimleri eşdeğer kullanıyorsunuz. Vatandaşların yüzüne bağırıyorsunuz: Sen Kürtsün; dolayısıyla Türk olamazsın. Sen Arapsın, Lazsın, Çerkezsin; demek ki Türk değilsin.
Tehlike ne biliyor musunuz? Tehlike sizin böyle saçmalamanız değil, sizin söylediklerinize vatandaşın inanmasıdır. Bir kısmının, “Eh, en büyükler söyledi, biz Türk değilmişiz.”, bir kısmının da “Eh en büyükler söyledi, onlar Türk değilmiş.” demesidir.
Anayasayı ihlalle kalmıyorsunuz. Bal gibi ve açıkça halkın bir kısmını diğer bir kısmı aleyhine kışkırtıyorsunuz!
Türkiye Cumhuriyeti'nin 1982 Anayasası'nın 66 ncı maddesinde Türk'ün tarifi "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağı olan herkes Türk'tür." şeklindedir.
Anayasamızın 26. Maddesi’nde “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” Hükmü yer almaktadır. Buradan hareketle konuyu gündemimize aldık. Neden gündeme aldık derseniz? açıklayalım.
Bu tartışmalara en güzel cevabı verenlerden biri de Atilla PAK
Atilla Pak Amerika’da yaşayan Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu Başkanıdır. Basında yer alan haberler dışında kendisini tanımayız, bilmeyiz. Ama aşağıda yer alan yazıdaki duygu, düşünce ve fikirlerinin altına imzamızı atarız. Özellikle bu yazısını nokta ve virgülüne dokunmadan olduğu gibi sizinle paylaşma ihtiyacı duydum. Kendisini saygıyla selamlıyorum.
İşte “Aklın ve Milli Kimliğin Tanımı” ile ilgili yazısı.
“Bu yazı, hiçbir siyasi partiye, görüşe, etnik gruba ya da inanca karşı değildir. Amacı ayrıştırmak değil, birleştirmektir. Kimliğimi inkar etmeden, kardeşliği zedelemeden konuşma hakkımı kullanıyorum. Lütfen bu satırları bağlamından koparıp farklı anlamlara çekmeyin. Bu yazı ne bir polemik, ne de bir propaganda metnidir. Sadece vicdanımdan ve yaşanmışlığımdan doğan bir duruşumdur.
Kimliğimde var olan adım Atilla, kardeşliklerle büyüdüm. Ben Mardinliyim. Ama bu öyle sadece bir şehir adı değil, bir tarihin, bir medeniyetin, bir insanlık anlayışının izidir Mardin.
Bizim kökümüz, Mezopotamya’nın kadim kenti Dara’dan gelir. O Dara ki, 5000 yıllık geçmişiyle zamanın bile unutmaktan çekindiği bir şehir. Ama ailem yaklaşık 170 yıldır Midyat’ta yaşar. Orada büyür, orada dua eder, orada toprağa basarız.
Benim annem Arapça konuşur. Ama o yalnızca Arapça değil, Kürtçe ve Süryanice de bilir. Babam da öyle Kürtçe, Arapça ve Süryanicede konuşur. Ama ne annem, ne babam hiçbir zaman çıkıp da “biz Arap’ız”, “biz şu’yuz” demedi. Çünkü bizim evde kimlik dil ile değil, vicdan ile taşınırdı.
Bizim evde dil, ayrım için değil, yakınlaşmak içindi. Komşularımız, dostlarımız, akrabalarımız, mahallemiz Kürt’tü, Süryaniydi Araptı. Ama biz hep birlikte yaşadık. Aynı çeşmeden su içtik, aynı ocakta yemek pişirdik. Farklı dillerde konuştuk ama aynı sofrada yedik.
Ve işte tam o evde bir sabah, bir çocuk doğdu. Adı Atilla kondu. Kardeşlerine de “Bahadır” ve “Cengiz” dendi. Biz bu isimleri sadece kulağa hoş gelsin diye almadık. Bu isimler, bir milletin hafızasını, tarihini, gururunu taşır. Atilla adaletin ve cesaretin sembolüydü. Bahadır mertliğin, Cengiz Han vizyonun adıdır. Biz bu isimlerle büyürken sadece kendimizi değil, bir milletin hatırasını da taşıdık.
Ve bugün biri çıkıp bana diyor ki, “Türk deme, Türkiyeli de.” Benim kalbim sıkışıyor. Çünkü bu sadece bir kelime değil, bir hafızanın silinmesi demek.
Ben kimseyi dışlamadım ki neden kendimi yok sayayım? Ben dilimi küçümsemedim ki niye ismimi değiştireyim?
Bugün Amerika’da bana “Where are you from?” dediklerinde, göğsümü gere gere “I’m Turkish-American” diyorum. Çünkü ben bu ülkeye göç ettim ama kimliğimi getirdim. Pasaportumda ne yazdığı değil, yüreğimde ne taşıdığım önemli.
Anayasamız hala der ki:
“Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.”
Ben o bağı sadece taşıyan değil, sahiplenen biriyim.
Ben Mardinliyim. Batman’da doğdum. Dara’nın taşlarında tarih, Batman'ın, Midyat’ın sokaklarında kardeşlik biriktirdim. Annemin Arapça ninnisinde, babamın Kürtçe selamında, komşumun Süryanice duasında büyüdüm. Ama ismim Atilla. Ve ben Türk olmaktan gurur duyuyorum. Çünkü bu isim sadece bir çağrı değil, bir milletin emaneti.
Bana “Türkiyeli de” diyenlere cevabım nettir. Tıpkı Rusya'nın Rus'um, Almanya'nın Alman'ım, İngiltere'nin İngilizim, Fransa'nın Fransız'ım, Yananistan'ın Yunanlı’yım”, Arabistan'lının Arabım demesi gibi. Ben ismimi atalarımdan aldım, kimliğimi inkar değil, sadakatle taşıyorum. Çünkü ben bölmeye değil, birleştirmeye geldim. Ben de Atilla’yım. Ve Türkiye'li Türk’üm.
Bu “Türk” kelimesinin yerine “Türkiyeli” demek, sadece kelime değişikliği değil, kökümü kazıma demektir.
Türk kelimesi bir etnik kimlikten fazlasıdır. Tarihten bugüne gelen bir medeniyet ve millet adıdır.
“Türkiyeli” ise bir coğrafi tarif, bir pasaport üzerindeki bilgi gibidir.
Kürt kimliği benim gözümde bir zenginliktir, tehdit değil. Ama Türk milleti de bizim ortak çatımızdır, bölünemez. Selçuklular döneminden Osmanlı’ya ve bugüne kadar, Kürtlerle Türkler aynı safta savaştı, aynı çadırlarda yaşadı, aynı dağda koyun otlattı. Evlenildi, kız alındı verildi. Kardeş kardeşe karıştı.
Cumhuriyet kurulunca bu milletin adı “Türk milleti” olarak belirlendi.
Ama bu, “sadece etnik Türkler Türk’tür” anlamında değil,
“Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı herkes Türk’tür” şeklinde tanımlandı. Bu bir üst kimliktir.
Kürt de Türk de Laz da Çerkes de Arap da Türk milleti içinde yer aldı. Bu bir dayatma değil, birleştirici bir kimliktir. Kürt ve Türk ayrı halklar olabilir, evet.
Ama birbirinin düşmanı değil, birbiriyle yoğrulmuş kardeş halklardır. Bizi ayıran şey “dil” olabilir, ama bizi birleştiren şey tarih, kader ve bayraktır.
Ve ben, tüm bu duygularla, bu kimlikle, bu vicdanla çıktım yola. Amerika’da, binlerce kilometre ötede ve tam üç kez, 1956 yılında kurulan Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun başkanlığına seçildim. O federasyon ki sadece Türkiye’den gelenleri değil, Azerbaycanlısından Kırımlısına, Kıbrıslısından Türkmenine, Özbekistan’dan, Türkistan'dan gelen kardeşlerimizden Laz’ına, Ahıska'lısına, Süryani'sinden, Çerkes’ine, Alevisine, Kürdüne kadar nice farklı kimliği içinde barındırır.
Onlarca dernek, onlarca farklı ses, renk ve nefes. Ama işte tam da o büyük çatının altında, bir Mardinli olarak, Güneydoğu’nun toprağından gelen bir evlat olarak, üç kez oy birliğiyle başkan seçildim.
Şimdi soruyorum size eğer “Türk” kelimesi dışlayıcı olsaydı, bu mümkün olabilir miydi?
Eğer bu kelime sadece bir etnik kimliğe sıkışsaydı, bu kadar farklı insan, gönül rahatlığıyla bir Mardinli’yi kendi çatılarına lider seçer miydi?
İşte tam da bu yüzden söylüyorum. Biz ne ayrıyız, ne aynıyız. Ama biz bir milletiz.
Bizi bir arada tutan şey doğduğumuz şehir değil, taşıdığımız yürektir.
Ben “TÜRKÜM” derken kimseyi dışlamıyorum, tam tersine herkesi kucaklıyorum. Çünkü bu kelimenin içinde acılar da var, zaferler de. Farklı dillerin duası da var, aynı bayrağın gölgesi de.
Benim bu hassasiyetim, ne birine karşı durmak, ne bir tartışmayı körüklemek içindir. Bu sadece, binlerce yıllık bir kimliğe duyduğum vefanın ve sadakatin sesidir.
Devletime bağlıyım, milletimi seviyorum.
Ve sadece diyorum ki:
Bu milletin adıyla onur duyanların sesi de, yürekten duyulsun.
Kimliğime sadakatle,
Milletime sevgiyle,
Kalemimden gelen selamla…”
***********************
Ağzına, yüreğine, kalemine sağlık; Atilla PAK
“Türk müyüz? Türkiye’li miyiz?”
Ne dersiniz? Yüreğinize sorun ve cevabınızı verin.
Sonra da yüreğinizin götürdüğü yere gidin…
Takdiri bu kadim milletin sağduyusuna emanet ediyoruz…
